Bu günkü konumuz Firavun.Bu konuda sizlerden bir çok soru aldık.Bu sorulardan bazıları;firavun ünvanının anlamı nedir?,firavunun hayatı,firavun ne demek eski mısır'da,firavun kelime anlamı nedir?,firavunun hayatı kısaca, firavun kimdir nasıl ölmüştür?,kuranda geçen firavun kimdir?.. şeklinde sorulmuş sorulardı.Sormuş olduğunuz tüm bu soruların cevaplarını aşağıda sizler için paylaştık.
Firavunun Hayatı |
Eski Mısır hükümdarlarına verilen isim. Mısır’a hakim olan 26 firavun sülalesi vardır. Her sülalede çeşitli firavunlar asırlarca hükümdarlık etti. Çoğu insanları kendilerine taptırdı.
Firavun kelimesi, Eski Mısır dilinde "büyük ev" anlamındaki per'aodan (per'aâ) gelmektedir. Akkadca"ya pir'u, İbrânîce'ye par'o (far'o) şeklinde geçen kelime Tevrat'ın Yunanca tercümesinde faraö olarak karşılanmıştır; günümüz Batı dillerinde ise pharaoh (İng., pharaon Fr.ı ve pharo (Alm) şeklinde kullanılmaktadır. Rr'avn (çoğulu ferâine) kelimesinin Arapça'ya İbrânîce'den veya Süryânîceden geçtiği ileri sürülmektedir.Firavun olmak için anne tarafından soylu kan taşımanın daha önemli olduğuna inanılıyor: halktan kimi erkekler tam kan soylu bir kadınla evlenerek tahta çıkabilmişlerdir. Firavunların kutsal ve gizemli kabul edilen bir çok adları vardır. Bunların sonuncusunu tahta çıktıkları zaman alıyorlardı ve genellikle bu ad, o firavunun izleyeceği politikanın bir habercisi olarak görülüyordu. Mesela savaş tanrısı Mantu'nun adını kullanarak Mantuhotep (Mantu hoştur) ismini alan bir firavun askeri seferler yapacağını ilan etmiş oluyordu.
Eski Mısır'da Firavunlar ölene dek idarede kalıyorlardı. Bilinen en uzun iktidar 92 yılla eski krallıktaki son hukumdar Pepi II Neferkare ye aittir. Uzun süre tahtta kalabilmek için her 30 yılda bir sihirli bir tören olan hebset gençleşme festivali yapılıyordu. Firavun öldüğü zaman cesedi mumyalanıyor, 70 günlük yastan sonra dirilince kullanmak üzere topladığı mallarla birlikte bir lahite konuluyor ve mezar kapatılıyordu.
Eski Mısır'da hükümdarlara verilen addır. Tevrat, İncil ve Kuran'da geçen hikayelerin ve bahsedilen Firavun'un Ramses-II olduğu öne sürülse de henüz kanıtlanamamıştır. Firavunlar hakkında söylenenlerin en doğrusunu Allah bilir. Kur'an'da bildirdiğine göre zulüm ehli (zalim) insanlar olmuşlardır ve bu yüzden Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Firavunlar
Eski Mısır'da yarı tanrı yarı insan kabul edilirdi. Her firavunun bir tanrı ile ilişkisi vardı.
Örnek: Ramses (Ra), Akhenaton (Aton). Devletin ekonomik olarak güçlü olduğu dönemlerde firavunlar kendi adlarına tapınaklar, sunaklar, heykeller yaptırmışlardır. Öldüklerinde ise
firavunlar vadisi adı verilen bir yere gömülmüşlerdir.
firavunlar vadisi adı verilen bir yere gömülmüşlerdir.
Eski Mısır İnancında firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrıdır. Eski Mısır mitolojisine göre yeryüzünün ilk kralı yer tanrısı Geb (Jeb) idi. Ondan sonra oğlu Oziris Mısır ülkesini idare etmiş. Oziris'in öldürülmesi üzerine krallık onun oğlu olan gök tanrısı Horus'a geçmiştir. Başlangıçta firavunlar, Mısır'ın hükümdarı olan Delta bölgesi tanrısı Oziris'ten geldiklerine İnanmakta iken daha sonra Horus firavunların kendisinden geldikleri tanrı niteliğini kazanmış ve firavunlar Horus'un yeryüzündeki temsilcileri sayılmıştır. III. binli yılların başlangıcında Güney Kralı Menes Delta'yı da idaresi altına almış ve Menes'ten başlamak üzere firavunlar Tanrı Horus'un tecessüm etmiş şekli olarak kabul edilmiştir. Bu İnanca göre, ölen her firavun Tanrı Oziris'le özdeşleşmekte ve yeni bir hayata başlamakta, halefi olan firavun ise Horus'un himayesine girmektedir.
V. hanedan dönemine kadar (m.ö. 2600-2500) Horus'un oğlu olarak Mısır'ı yöneten firavunlar bu hanedan döneminde Tanrı Re'nin ön plana çıkmasıyla birlikte Re'nin oğlu ve yeryüzündeki temsilcisi olarak ilân edilmişlerdir. O zamana kadar firavunların Horus'tan geldikleri kabul edilirken buna bir de "Re'nin oğlu" unvanı eklenmiştir. Yine bu dönemde, ölen firavunların ölüler diyarının tanrısı Oziris'in yanında kalacağı inancı terkedilmiş, tanrı Re'nin, oğlu firavunu ölüler diyarından kurtardığı kabul edilmiştir. Buna göre ölen firavunlar Duafa (yer aitı dünyası) indikten ve orada geçici bir süre kaldıktan sonra Re tarafından kurtarılmakta, güneş diskiyle kaynaşarak ölümsüzlüğe erişen firavun, Re'nin gece ve gündüz devam eden yolculuğuna katılmaktadır. VI. hanedan döneminde firavunun Öldükten sonra Tanrı Re'ye kavuştuğu ve tanrının gemisinde gökte dolaştığı kabul edilmiştir.
Orta imparatorluk döneminde (m.ö. 2080-1785) XII. hanedanla birlikte ön plana çıkan Tanrı Amon Re ile özdeşleştirilmiş ve AmonRe şeklini almıştır. V. hanedandan itibaren firavunların Tanrı Re'den geldikleri, onun oğlu oldukları kabul edildiği gibi bundan böyle AmonRe'nin firavunların kutsal babası olduğu öne sürülmüştür. XVIII. hanedan döneminde firavunların Tanrı Amon'un yeryüzündeki "ka"sı (ikinci ben) olduğu, onun izniyle yönetime geldiği, bütün işlerinde firavunları yönlendiren yüce tanrı ve firavunların gerçek babası olduğu kabul edilmiştir.
Yeni imparatorluk dönemine ait metin ve tasvirler ise AmonRe'nin, tahtın meşru vârisini meydana getirmek üzere kraliçe ile birleşmek için firavun şeklini aldığını ayrıntılı bir şekilde göstermektedir. Bundan dolayı doğan çocuğun damarlarında ulûhiyyet kanının dolaştığına inanılıyor ve bu kanın saflığını korumak için firavunun kendi kız kardeşiyle evliliği oldukça sık uygulanıyordu. Firavunların kız kardeşleriyle evlenmelerinin bir başka sebebi de Tanrı Geb (yer) ile Tanrıça Nout'un (gök) çocukları olan Osiris ve İsis'in mitolojik evliliklerini taklit etmekti.
Eski Mısır inancında firavun, yeryüzündeki düzenin muhafaza ve devamından sorumlu olduğu gibi dinî hayatın da en önemli ve yetkili kişisiydi. Ülkenin bütün mâbedlerinde ibadet onun adına yapılıyordu. Bütün Mısır onundu ve idarî, adlî, askeri ve dinî yetkiler onun elindeydi. Gerektiğinde yetkilerinin bir kısmını vezirlere bırakıyordu. İnanışa göre firavun Öldüğünde babası Tanrı Re'ye yükseliyor, güneş kayığında ona refakat ediyordu. Daha tahta çıkışıyla yapımına başlanan krallık mezarı ise duruma göre oldukça büyük boyutlara ulaşabiliyordu.
Ahd-i Atîk'te, ilki Hz. İbrahim'in eşi Sâre ile birlikte Mısır'a gidişi sebebiyle olmak üzere otuz dokuz yerde sadece firavun unvanı zikredilmekte, iki yerde de firavun unvanı kralın adıyla birlikte yer almaktadır ki bunlar XXVI. sülâleye mensup Firavun Neko (m.ö. 609-593 (11. Krallar, 23/29; Yeremya, 46/21)) ve Firavun Hofra'dır (m.ö. 588-569 (Yeremya, 44/30)). Mısır krallarından dördü ise firavun unvanı olmaksızın sadece isimleriyle zikredilmektedir.
1- Şişak. Mısır dilinde "Şeşonk" diye adlandırılan bu firavun XXII. sülâlenin ilk firavunudur ve milâttan önce 945-924 yılları arasında hüküm sürmüştür. Hz. Süleyman'a karşı çıkan Yeroboam ona sığınmış, o da Filistin'i işgal etmiştir.
2- Habeş Zerah. Yahuda (Yuda) Kralı Asâ'ya karşı savaşmış ve yenilmiştir. Zerahın, XXII. sülâle firavunlarından Şişak'ın halefi Osorkon 1 (m.ö. 924-895) olduğu ileri sürülmektedir.
3- İsrail Kralı Hoşea'nın çağdaşı olan Mısır kralı veya Mısır ordusu başkumandanıdır. Eski Mısır dilinde "Sib'e" olarak zikredilir.
4- Tirhaka. Eski Mısır dilinde "Taharka" olarak geçer. Habeş sülâlesi de denilen XXV, sülâlenin üçüncü ve son kralıdır.
Ahd-i Atîk'te firavun unvanı ilk defa, Hz. İbrahim'in karşılaştığı Mısır kralı için kullanılmaktadır. Ken'ân diyarında kıtlık olunca Hz. İbrahim eşi Sâre ile birlikte Mısır'a gider. Firavun Hz. İbrahim'in eşi Sâre'ye göz koyar ve onu sarayına aldırır; fakat başına felâketler gelince Sâre'yi tekrar Hz. İbrahim'e teslim eder. Hz. İbrahim'in Mısır'a ne zaman gittiği ve muhatap olduğu firavunun Mısır krallarından hangisi olduğu bilinmemektedir.
Hz. Yûsuf'un yaşadığı dönemdeki firavuna gelince, eğer İsrâiloğullarf nın Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır'dan çıkışları milâttan önce 1225'te tahta geçen Menephtah'ın (Memeptah) saltanatının ilk yıllarında olmuşsa, Ahd-i Atîk'e göre İsrâiloğullan Mısır'da 430 yıl kaldıklarına göre (Çıkış, 12/40) onların Mısır'a gelişi milâttan önce 1655 yıllarında olmalıdır ki o dönemde Mısır'a Hiksoslar hâkimdi. Bu takdirde Hz. Yûsuf Hiksoslar'a mensup bir kralın saltanatında Mısır'a gelmiş ve orada kraldan sonraki en önemli mevkiye yükselmiştir. Ancak gerek Hz. Yûsuf'u Mısır'da yüksek mevkiye getiren, gerekse İsrâiloğullan'na baskı uygulayan ve Mısır'dan çıkışları sırasında iş başında olan firavunları isim veya dönem açısından tayin etmek güçtür.
Milâttan önce 1570'te iş başına geçen XVIII. sülâle ile birlikte Hiksoslar dönemi sona erer ve yeni imparatorluk dönemi başlar. "Mısır üzerine Yûsuf'u bilmeyen yeni bir kral" çıkınca (Çıkış, 1/8) İsrâiloğulları baskı, zulüm ve sıkıntılara mâruz kalırlar. Firavun İçin Pitom ve Ramses ambar şehirleri inşa edilir. Bu iki şehrin II. Ramses tarafından yaptırıldığı ileri sürülmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise o takdirde İsrâiloğulları'na baskı uygulayan ve Hz. Mûsâ dünyaya geldiğinde tahtta bulunan Mısır Kralı II. Ramses'tir. Ancak İsrâiloğullan'na karşı baskının II. Ramses'in babası I. Seti döneminde başladığı da kabul edilmektedir.
Ahd-i Atîk bu firavunun, İsrâiloğulları'na baskı uygulaması yanında erkek çocuklarının öldürülüp kız çocuklarının sağ bırakılmasını, daha sonra da erkek çocuklarının ırmağa atılmasını emrettiğini bildirir (Çıkış, 1/15-22). Bu firavun tarafından sarayda büyütülen Hz. Müsâ kırk yıl sarayda yaşar. Medyen'deki kırk yıllık ikametinden sonra geri döndüğünde önceki kral ölmüş, yeni bir kral tahta geçmiştir (Çıkış, 2/23). Ahd-i Atîk, Hz. Musa'nın mücadele ettiği firavun ile daha önce İsrâiloğulları'na zulmeden firavunun farklı kişiler olduğunu belirtmektedir. Bu firavunun II. Ramses'in oğlu Menephtah olması muhtemeldir. Ancak İsrâiloğullan'nın Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır'dan çıkışlarıyla ilgili farklı tarihler verilmektedir.
Hz. Mûsâ, İsrail'in Allah'ı (Yehova) adına İsrâiloğullan'nı salıvermesini istediğinde firavun, "Yehova kimdir ki İsrail'i salıvermek için onun sözünü dinleyeyim? Yehova'yi tanımam ve İsrail'i de salıvermem" (Çıkış, 5/2) diyerek Musa'nın isteğini reddeder; Tanrı onun yüreğini katılaştırdığı için İsrâiloğullan'nı bırakmaz. Ancak bu tutumu yüzünden çeşitli musibetler zuhur edince onları serbest bırakmak zorunda kalır; fakat daha sonra İsrâiloğullan'nın peşine düşer ve denizde ordusuyla birlikte boğulur.
Ahd-i Atîk'te Hz. Davud'un çağdaşı ve Hz. Süleyman'ın kayınpederi (1. Krallar, 3/1) olan firavunlardan da bahsedilmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmekte olup Yûsuf devrindeki kral için "rab" ve "melik" kelimeleri kullanılmaktadır(Yûsuf 12/41-43, 50). Kur'an'da yetmiş dört yerde geçen Firavun Hz. Musa'nın karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen, ilâhlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen, Musa'nın tanrısına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, gerçeklere sırt çeviren bir kral olarak tasvir edilmektedir.
Ahd-i Atîk'te Hz. Davud'un çağdaşı ve Hz. Süleyman'ın kayınpederi (1. Krallar, 3/1) olan firavunlardan da bahsedilmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmekte olup Yûsuf devrindeki kral için "rab" ve "melik" kelimeleri kullanılmaktadır(Yûsuf 12/41-43, 50). Kur'an'da yetmiş dört yerde geçen Firavun Hz. Musa'nın karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen, ilâhlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen, Musa'nın tanrısına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, gerçeklere sırt çeviren bir kral olarak tasvir edilmektedir.
Çeşitli âyetlerin, Firavun'u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Birçok âyette Firavun'un ailesi (âl-i Fir'avn). avenesi (mele'), kavmi ve askerleriyle (cünûd) birlikte anılması onun tek bir kişi olmaktan ziyade bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir. Mûsâ insanlık tarihinde hak, adalet ve sağ duyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin bir halkasını oluştururken Firavun, Kârûn, Hâmân ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler.
Bu anlayışın daha önceki temsilcileri Nûh, Âd, Se-mûd ve Lût kavimleri, Eykeliler, Res ashabı ve Tübba" milletidir(Bk. Al-i İmrân 3/11; Enfâl 8/52-54; Furkân 25/ 38; Sâd 38/12-13; Kâf 50/12). Hz. Musâ'nın tebliği sadece Flravun'a değil onun etrafında bulunan kişilere de yönelik olmuştur. Kur'an, bunların zaman zaman Firavun'u Mûsâ ve ashabına karşı kışkırttıklarını haber vermekte(A'râf 7/127), bunların kötü akıbetlerini örnek olarak göstermektedir.(Enfâl 8/52, 54)
Allah'ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun ve ailesi yıllarca kıtlık ve ürün azlığıyla imtihan edilmiş(A'râf 7/130), üzerlerine tufan, çekirge, haşerat kurbağalar ve kan gönderilmiştir(A'râf 7/133). Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış(A'râf 7/137), Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur(Bakara 2/50; A'râf 7/136; Enfâl 8/54). Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat imanı kabul edilmemiştir(Yûnus 10/90). Onun cesedi daha sonra gelenlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır(Yûnus 10/92). Mısır'da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhafaza edilmekte İdi.
Allah'ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun ve ailesi yıllarca kıtlık ve ürün azlığıyla imtihan edilmiş(A'râf 7/130), üzerlerine tufan, çekirge, haşerat kurbağalar ve kan gönderilmiştir(A'râf 7/133). Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış(A'râf 7/137), Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur(Bakara 2/50; A'râf 7/136; Enfâl 8/54). Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat imanı kabul edilmemiştir(Yûnus 10/90). Onun cesedi daha sonra gelenlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır(Yûnus 10/92). Mısır'da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhafaza edilmekte İdi.
Âyetten denizde boğulan bu Firavun'un cesedinin mumyalanmadan, bir mucize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum'da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir. Hz. Musa'yı evlâtlık olarak alan Flravun'un karısı ise iman etmiştir.(Kasas 28/9; et-Tahrîm66/11)
Hadislerde Flravun'dan, eşi Âsiye'nin üstün bir kadın oluşu ve ayrıca Medine yahudilerinin, âşûrâ gününü Mûsâ ile İsrâiloğullan'nın Firavun'dan kurtuldukları gün olarak kabul etmeleri sebebiyle bahsedilmektedir.
Tarih, tefsir ve kısası enbiyâ kitaplarında özellikle Hz. Mûsâ dönemi firavunuyla ilgili pek çok rivayet yer almaktadır. Bu rivayetlere göre firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Hz. Yûsuf zamanında yaşayan firavunun adı Reyyân b. Velîd'dir. Bu firavun Yûsuf vasıtasıyla iman etmiştir. Reyyân'dan sonra yerine Kâbus b. Mus'ab geçmiş, fakat iman etmemiştir; Hz. Yûsuf onun saltanatı döneminde vefat etmiştir. Kabûs'un yerine geçen Ebü'l-Abbas b. Velîd firavunlar içinde en zalimi ve kat yüreklisidir.
Hadislerde Flravun'dan, eşi Âsiye'nin üstün bir kadın oluşu ve ayrıca Medine yahudilerinin, âşûrâ gününü Mûsâ ile İsrâiloğullan'nın Firavun'dan kurtuldukları gün olarak kabul etmeleri sebebiyle bahsedilmektedir.
Tarih, tefsir ve kısası enbiyâ kitaplarında özellikle Hz. Mûsâ dönemi firavunuyla ilgili pek çok rivayet yer almaktadır. Bu rivayetlere göre firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Hz. Yûsuf zamanında yaşayan firavunun adı Reyyân b. Velîd'dir. Bu firavun Yûsuf vasıtasıyla iman etmiştir. Reyyân'dan sonra yerine Kâbus b. Mus'ab geçmiş, fakat iman etmemiştir; Hz. Yûsuf onun saltanatı döneminde vefat etmiştir. Kabûs'un yerine geçen Ebü'l-Abbas b. Velîd firavunlar içinde en zalimi ve kat yüreklisidir.
Hz. Musa'nın mücadele ettiği firavun da budur. Rivayete göre bu firavun rüyasında, Beytülmakdis'ten çıkan bir ateşin Mısırlıları ve evlerini yaktığını görmüş, müneccim ve rüya tabircilerinin yorumlan üzerine İsrâiloğulları'nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiştir. Mûsâ ile Firavun arasındaki mücadelenin ayrıntılarıyla anlatıldığı bu rivayetlere göre, Mûsâ önderliğindeki İsrâiloğulları denizi aştıktan sonra Cebrail bir kısrak üzerinde Firavun ordusunun önünden denizdeki yola girer; Firavun ve ordusu da onu takip eder. Firavun boğulmak üzere iken. "Gerçekten İsrâiloğullan'nın inandığından başka tann olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım" diyerek tövbe eder(Yûnus 10/90); ancak tövbesi kabul edilmez.
Flravun'un son nefesinde iman edişinin geçerli olup olmadığı hususunda ileri sürülen görüşleri üç grup halinde özetlemek mümkündür. Birinci gruba göre Firavun'un imanı geçerlidir. Bu görüşü benimseyenler içinde Bâkıllânî ve Devvânî gibi bazı kelâm âlimleri varsa da asıl savunucusu Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve onun ekolünü devam ettiren Kâşânî, Dâvûd-i Kayseri, Yâkub Han, Abdullah el-Bosnevî, Abdülganî en-Nablusî, Abdülmecid Sivâsî, Ahmet Avni Konuk gibi süfımeşrep âlim ve sarihler olmuştur. İbnü'l-Arabfnin eserlerinde bu hususta birbirine zıt ifadelere rastlanmaktadır. Meselâ el Fütûhâtü'IMekkiyye'de Firavun ve Nemrûd ebedî cehennemlikler içinde sayılırken (I, 301-302) yine aynı eserde (II, 410) ve Fuşûşü'l-hikem'de onun hâlis bir imanla inandığı, "tâhir ve mutahhar" olarak ruhunun kabzedildiği İleri sürülmektedir. Bu görüşü desteklemek üzere Celâleddin ed-Devvânî, Akşehirli Hasan Fehmi Efendi ve İbnü'1 Vefâ Muslihuddin Mustafa tarafından müstakil risaleler yazılmıştır. Bunların içinde Devvânî'nin Risale îî îmâni Fir'avn adlı eseri meşhurdur.
Flravun'un son nefesinde iman edişinin geçerli olup olmadığı hususunda ileri sürülen görüşleri üç grup halinde özetlemek mümkündür. Birinci gruba göre Firavun'un imanı geçerlidir. Bu görüşü benimseyenler içinde Bâkıllânî ve Devvânî gibi bazı kelâm âlimleri varsa da asıl savunucusu Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve onun ekolünü devam ettiren Kâşânî, Dâvûd-i Kayseri, Yâkub Han, Abdullah el-Bosnevî, Abdülganî en-Nablusî, Abdülmecid Sivâsî, Ahmet Avni Konuk gibi süfımeşrep âlim ve sarihler olmuştur. İbnü'l-Arabfnin eserlerinde bu hususta birbirine zıt ifadelere rastlanmaktadır. Meselâ el Fütûhâtü'IMekkiyye'de Firavun ve Nemrûd ebedî cehennemlikler içinde sayılırken (I, 301-302) yine aynı eserde (II, 410) ve Fuşûşü'l-hikem'de onun hâlis bir imanla inandığı, "tâhir ve mutahhar" olarak ruhunun kabzedildiği İleri sürülmektedir. Bu görüşü desteklemek üzere Celâleddin ed-Devvânî, Akşehirli Hasan Fehmi Efendi ve İbnü'1 Vefâ Muslihuddin Mustafa tarafından müstakil risaleler yazılmıştır. Bunların içinde Devvânî'nin Risale îî îmâni Fir'avn adlı eseri meşhurdur.
Türkiye kütüphanelerinde birçok yazma nüshası bulunan risale, Yûnus sûresinin 90. âyetinin tefsiri niteliğindedir. Müellif burada, İbnü'I Arabî'nin söz konusu görüşü sebebiyle küfre düştüğünü ileri süren iddialarla karşılaştığını, çok saygı duyduğu şeyhe dil uzatanları red için bu risaleyi yazdığını kaydeder.
Devvânî eserinde İslâm ulemâsının Firavun'un imanı konusunda ihtilâfa düştüğünü, ancak onun imanının geçerli sayıldığım söyleyenlerin haklı olduğunu kaydeder ve bu kanaatini aklî ve naklf delillerle İspat etmeye çalışır. Naklî delil olarak, Allah'ın rahmetinden ümit kesilemeyeceğini, O'nun tövbeleri kabul edici olduğunu, Firavun'un küfrüne açıkça delâlet eden âyet bulunmadığını, aksine ikrarını ifade eden âyetin mevcut olduğunu(Yûnus 10/90) ve Hz. Peygamber'in, "lâ ilahe illallah" diyen herkesin cennete gireceğini müjdelediği hadisini göstermektedir.
Firavun'un imanı konusunda asıl delil getirmesi gerekenlerin küfrünü İleri sürenler olduğunu belirten Devvânî, dince makbul sayılmayan imanın {yeis imanı) kıyametin kopması anındaki iman olduğunu söylemekte, şeyhine karşı çıkanların Allah'ın rahmetini daraltmaya çalıştıklarını ve ondan ümit kesmeye sebep olduklarını ifade etmektedir.
İkinci görüş sahipleri, yeis halindeki imanı geçerli saymayan ve Flravun'un boğulması esnasındaki ikrarını da bu şekilde mütalaa eden âlimlerdir. Ali el-Kârî, Devvânî'nin söylediğinin aksine bu konunun ihtilaflı meselelerden olmadığını, çünkü İbnü'l-Arabî dışında bütün ulemânın onun küfrü üzerinde ittifak ettiğini kaydetmektedir.
İkinci görüş sahipleri, yeis halindeki imanı geçerli saymayan ve Flravun'un boğulması esnasındaki ikrarını da bu şekilde mütalaa eden âlimlerdir. Ali el-Kârî, Devvânî'nin söylediğinin aksine bu konunun ihtilaflı meselelerden olmadığını, çünkü İbnü'l-Arabî dışında bütün ulemânın onun küfrü üzerinde ittifak ettiğini kaydetmektedir.
Bu görüşü savunanların başında Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (vr. 3313}. Kurtubî (VIII, 378), Fahreddin er-Râzî (XVII, 154-155), Abdülvehhâb eş-Şa'rânî (I, 13) gibi âlimler gelmektedir. Bu konuda İznikli Kutbüddinzâde Muhammed. Ebüssuüd Efendi[188], İbn Kemal, Sıbt el-Mersafî, Muhammed b. Muhammed el-Gumrî ve Ali el-Kârî tarafından müstakil risaleler yazılmıştır.
Bunlardan Sıbt el-Mersafî ile Ali el-Kâ-rî'nin risaleleri Celâleddin ed-Dewânî'nin konuyla ilgili risalesine reddiye olarak kaleme alınmıştır. Bu risaleler içinde en meşhuru, Ali el-Kârî'nin Ferrü'l-Wn nün müdde'î îmânı Fir'avn adlı eseri olup İstanbul (1294/1877) ve Kahire'de (1383/1964) basılmıştır. Müellif bu risalede, kendi ifadesine göre "Kitap, Sünnet ve ümmetin icmâına muhalif görüşleri savunan" Celâleddin ed-Devvânî'nin ileri sürdüğü aklî ve naklî delilleri reddetmekte ve Firavun'un küfür üzere öldüğünü kanıtlamaya çalışmaktadır.
Üçüncü görüş sahipleri, Firavun'un imanı konusunda kesin bir hüküm vermeyip onun mümin veya kâfir olarak Öldüğüne açıkça delâlet eden bir nassın bulunmadığını ileri sürenlerdir. Bu âlimlerin başında Fuşûş sarihlerinden Sofyalı Bâlî Efendi gelmektedir. Bâlî Efendi, İbnü'l-Arabî'nin el-Fütûhât'ta yer alan, "Ebedî cehennemlikler dört zümredir; bunlardan biri Allah'a karşı kibirlenen, nefsinde tanrılık iddia eden Firavun ve Nemrûd gibilerdir" (I, 301-302) sözlerini ve Fusûş'ta onun durumunu Allah'a havale eden ifadeyi (ve'l-emru tî-hi ilailah) delil göstererek bu konuda İbnü'l-Arabî'nin kesin bir şey söylemediğini ileri sürmekte, ona atfedilen, "Firavun tâhir ve mutahhar olarak ölmüştür" sözünün iftira ve yaygın bir hata olduğunu, bunun şeyhin ruhaniyetinden feyiz alamamış sarihlerin kelâmından kaynaklandığını belirtmektedir.
Üçüncü görüş sahipleri, Firavun'un imanı konusunda kesin bir hüküm vermeyip onun mümin veya kâfir olarak Öldüğüne açıkça delâlet eden bir nassın bulunmadığını ileri sürenlerdir. Bu âlimlerin başında Fuşûş sarihlerinden Sofyalı Bâlî Efendi gelmektedir. Bâlî Efendi, İbnü'l-Arabî'nin el-Fütûhât'ta yer alan, "Ebedî cehennemlikler dört zümredir; bunlardan biri Allah'a karşı kibirlenen, nefsinde tanrılık iddia eden Firavun ve Nemrûd gibilerdir" (I, 301-302) sözlerini ve Fusûş'ta onun durumunu Allah'a havale eden ifadeyi (ve'l-emru tî-hi ilailah) delil göstererek bu konuda İbnü'l-Arabî'nin kesin bir şey söylemediğini ileri sürmekte, ona atfedilen, "Firavun tâhir ve mutahhar olarak ölmüştür" sözünün iftira ve yaygın bir hata olduğunu, bunun şeyhin ruhaniyetinden feyiz alamamış sarihlerin kelâmından kaynaklandığını belirtmektedir.
Son dönem Füsûs şarihlerinden Ahmet Avni Konuk ise Bâlî Efendi'nin bu iddiasına karşı çıkarak onun beş madde halinde açıkladığı delilleri cevaplandırmakta ve Firavun'un imanının geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak başta Kur'ân-ı Kerîm olmak üzere elde mevcut delillerden, ayrıca ana prensipler ve çeşitli âlimler tarafından ileri sürülen fikirlerden çıkarılabilecek sön hüküm Firavun'un imanının sahih olmadığı yönündedir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum İçin Teşekkürler...