Yazar, bu kitapları 20. yüzyılın düşünce dünyasını derinden etkileyen, felsefi akımlar ve bilimsel gelişmeler neticesinde ortaya çıkan iman ve İslam’la ilgili köklü soru ve sorunlara karşı İslam'ın savlarını ispat etmek amacıyla yazmıştır. Bu çerçevede yaratıcının varlığı, iman, İslam, kader, kıyamet, ahiret, peygamberlik, mucize, Kur’anın Allah'ın sözü oluşu gibi inançla ilgili konularda, ayrıca mehdi, deccal,Mesih, ahir zaman gibi eskatoloji konularında yoğunlaşır. Yazar ayrıca varlığın gayesini anlama veya anlamlı kılma çerçevesinde "Ben kimim", "Nereden geldim", "Nereye gidiyorum" gibi aşkın sorulara İslami inançlar çerçevesinde cevaplar bulmaya çalışmıştır.
Risale-i Nur, Said Nursî'nin Kur’an'ın bir kısım ayetlerini günümüz tefsirlerden farklı olarak felsefi-teolojik bir bakış açısıyla yorumladığı eserlerdir. Risale-i Nur, Kur’an'ın baştan sona tüm ayetlerini değil, özellikle imani konular (İslâm terminolojisindeki karşılığı ile kelâm) ile ilgili 300 civarında ayetini açıklamaktadır. Yazar kendisi tarafından ayetlere getirilen bu yorumlama metodunun, diğer ayetlerin tefsirlerinde de kulanılabilecek bir altyapı oluşturmasını hedeflemiştir. Risaleler dini emir ve yasakların nasıl uygulanacağı konusundan ziyade, niçin yapılması gerektiği ile ilgili sorulara felsefi cevaplar aramaktadır. Risalelerde amellerin nasıl yapılacağına dair çok az yazı bulunur. “Namaz niçin kılınır?”,“İnsan niçin yaratıldı?”,“Bu Dünya'da ne işimiz var?”, “Namaz niçin belli vakitlerde eda edilir?”, “Ahiretin varlığının mantıksal örneklerle ispatı”, “Allah'ın varlığının delilleri nedir?” türünden soruların cevabı verilmeye çalışılır. Risalei nurların bir açıdan bakıldığında fıkıh’a değil, kelâm’a yakın kitaplar olduğu, kelamcılara benzer argümanlar ile konuları tartıştığı söylenebilir.
Said Nursî'ye göre devir, İslamın temel esaslarının ihmale uğradığı, iman hakikatlarına etraflıca hücum edilen bir devir olduğundan, bu devirde imanı kurtarmak diğer iman hizmetlerinden daha önemlidir. Tarikâtların vazifesini geçmiş devirlerde güzel bir şekilde ifa ettiklerini, fakat bu devirde tarikâttan ziyade hakikatın önemli olduğunu belirtmiştir. Geçmiş asırlarda tasavvuf yoluyla islama hizmet eden Abdülkâdir Geylânî, Şah-ı Nakşibendi ve İmam-ı Rabbani gibi âlimlerin bu zamanda bulunmuş olmaları durumunda bütün çabalarını iman esaslarının ve islam akidelerinin kuvvetlendirilmesine sarfedeceklerini ifade etmiştir. "İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır."[2] sözleriyle iman konularına verdiği önemi dile getirmiştir.
Said Nursî "Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur'u yazardı. Ben de Mevlânâ zamanında gelseydim Mesnevi'yi yazardım, O zaman hizmet Mesnevi tarzındaydı, şimdiRisale-i Nur tarzındadır" [3] sözüyle Risale-i Nur'un güncel ihtiyaçlara cevap verdiğini anlatır.
Risale-i Nur Osmanlı alfabesi ile telif edilmiştir. Yazılıp çoğaltılmasında Ahmet Hüsrev Altınbaşak, Hafız Ali, Şamlı Hafız Tevfik, Tahiri Mutlu gibi talebeleri yardımcı olmuştur.[4]Said Nursî’nin zorunlu ikamete tabi tutulduğu Isparta'ya bağlı Barla ve civarı köylerde, kendisine bağlı kişiler tarafından elle yazılmak sureti ile çoğaltılmaya başlanmıştır. Daha sonraları Said Nursî'nin izni ile başta Asa-yı Musa ve Şualar latin harfleri ile sınırlı sayıda basılmıştır. 1957 yılında ise bütün külliyat Said Nursî tarafından Latin harfleri ile bastırılmıştır.
Yazar, Risale-i Nur'dan önce Kur'an'ı baştan sona tefsir etmek amacıyla orijinal hali Arapça olan İşarat'ül İcaz isimli eseri yazmaya başlamıştır. Bu eserin yazımı, I. Dünya Savaşı'na denk geldiği için ancak Fatiha Suresi'ni ve Bakara Suresi'nin ilk 32 ayetinin tefsirine kadar devam etmiştir. Yazar, Kuran'ın tamamını bu şekilde 60-70 cilt olarak tefsir etmeyi düşünürken, çeşitli sebeplerle vazgeçmiştir.
Daha sonra 130 temel konudan oluşan Risale-i Nur'u telif etme kararı almıştır. Risale-i Nur serisinden ilk olarak Nurun İlk Kapısı’nı yazmıştır. Risale-i Nur, yazıldığı süre boyunca yazarı hakkında çeşitli suç isnatları ortaya çıkmış ve davalar açılmıştır. Günümüze kadar Risale-i Nur hakkındaki pek çok davada beraat kararı verilmiştir. Yazar, aleyhindeki kovuşturmalar, davalar veya mahkûmiyetler devam ederken Barla, Kastamonu, Emirdağ, Eskişehir, Denizli ve Afyon’da 23 yıllık süre zarfında eserlerini yazmaya devam etmiştir. 1970'lere kadar uzanan davalarda Risale-i Nur'un avukatlığını Avukat Bekir Berk yapmıştır.[5] Uzun süren davalar sonucunda, Risale-i Nur'ların yasaklanmasına dair kararın hükmü kaldırılmıştır.
Risalelerin içeriği basımda ve bazı yayımlarda tenkit edilmiş ve mahkemelere yansımıştır. Said Nursî şahsı ve Risale i Nur hakkındaki bazı eleştirileri kitaplarında yazıp Şualar isimli kitabında bazı cevaplar vermiştir. Söz konusu eserde değişik mahkemelerde yargılanırken yaptığı müdafaalara yer verilmiş, devamında ise kendi anlatımıyla bütünü mahkeme heyetince de reddedilip kabul edilmeyen [6] savcının 100den fazla iddiaları yazılıp cevabı verilmiştir. Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun 23.5.1956 gün ve ehl-i vukuf raporlarına istinaden Afyon Ağır Ceza Mahkemesince Said Nursînin kitap ve sair evraklarının kanuni mevzuata muhalif siyasi ve idari hiçbir mahzuru görülmemiştir kararına varılmıştır.
Said Nursî / Eleştiriler
Said Nursî ve eserleri hakkında çeşitli tartışmalar meydana gelmiştir. Gerek eserlerindeki dini, sosyal ve siyasi konulardaki yaklaşımı; gerekse eğitimi ve bilgisini ilgilendiren konularda İlahiyatçılar tarafından farklı yorumlar ve görüşler ortaya konmuştur. Bu görüşlerden bir tanesi İhsan Eliaçık’a aittir; “Risale-i Nur’da mitolojik anlatımlar çok fazla, peygamberimizin yapmadığı mucizeleri ona atfetmeler ve uydurma rivayetleri fazla sorgulamadan almalar var. ... Mesela Mektubatta, 19. Mektup. Nerdeyse 150 sayfaya yaklaşan bir bölüm burası. Peygamberimizin yüzlerce mucizesi olduğu anlatılıyor. Onların hiçbirinin aslı yok. Peygamberi kitlelere olağanüstü gösterme amaçlı anlatılmış rivayetler.”[7]
Prof. Dr.Abdülbaki Gölpınarlı:"Nursî’nin Türkçesi, pek bozuk düzen bir Türkçedir. Meselâ kendi sözlerinin önemini anlatırken «Kemâl-i müvâzenetle iki yüzden ziyâde Rasûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam kelimeleri her sahîfede birbirine bakmaktadır» der (Mûcizât-ı Ahmediyye). Bu cümlede «iki yüzden ziyâde, Rasûl-i Ekrem midir, kelimeleri midir? Sonra anlamı tam söze kelime denemez; cümle denir; kelimelerin kemâl-i müvâzenetle birbirine (birbirlerine diyecek) bakması da tuhaf bir temaşadır. Bu cümle bir örnektir ancak; çünkü hazretin her lâfı böyledir." şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.[8]
Rusya'da Risale-i Nur'un uzmanlar tarafından fonetik, psikolojik ve diğer açılardan Kaliningrad mahkemesi için yapılan incelemelerinde, eserlerin İslamı diğer din ve inançlardan üstün tutması, diğer dinleri kendileriyle mücadele edilmesi gereken inançlar olarak göstermesi, eserlerin farklı inanç mensupları arasında fitne saçan, bölücü unsur olarak değerlendirilmesine ve yasaklanması gerektiğine hükmedilmiştir.[9]
Risale-i nur'un bazı kısımlarının tahrif edildiği iddiaları bazı araştırmacılar tarafından ifade edilmiştir. İddialar kendisinin Kürtlüğü, seyyidliği ve şerif'liği gibi konularla ilgilidir.[10]
Comments
Post a Comment
Yorum İçin Teşekkürler...