Sizlerden Gelen Sorular : Kaza Namazı Borcu Olan Sünnet Kılabilir mi?,Kaza Namaz Borcu Olan Sünnet Kılabilir mi?,Hanefi Mezhebine Göre Kaza Borcu Olan Sünnet Kılabilir mi?,Farz Borcu Olan Sünnet Kılabilir mi?,Kazası Olan Sünnet Kılabilir mi?,Kaza Borcu Olan Sünnet Kılar mı?...
Sorularınızın Cevabı:
Bazı çevreler ya da hocalar, üzerinde namaz borcu (kaza) bulunanın sünnet kılamayacağını, sünnetler yerine kaza namazı kılması gerektiğini söylerken bazıları da kazası olanın da sünnet kılabileceğini söylüyorlar. Bu iddiaların hangisine inanacağız?
Okuyucularımız bu soruyu, çeşitli eski ve yeni kitaplardan ve gazetelerden aldığı bir dosya dolduracak kadar fotokopi ile birlikte sormuşlardır. Böylece bir bakıma kaynak tespitinde bize yardımcı olmuşlardı. Biz de uzun süre daha değişik kaynakları taradık ve gördük ki:
Mesele hakkında ulaşabildiğimiz kadarıyla naslarda bir açıklık yok. Yani ictihadî bir mesele ve müctehitleri ilgilendiriyor, ilgilendirmiş. Onlar da iki farklı görüşü temsil edenler olarak şunları söylemişlerdir:
"Bir kişi özürsüz yere bir namazı kaçırırsa; o şahsın kazaya kalan namazını kılmadan nafile kılması caiz değildir. Çünkü kaza fevri bir vaciptir. (Derhal kılınmalıdır). Nafileye zaman ayırırsa bu fevriyeti kaçırmış olur. Üzerinde kaza bulunan kişi bütün zamanını kazaya harcamalıdır. Bundan sadece yaşayabilmesi. için gerekli olan işler istisna edilir." Kaza namazı olan, eğer kaza sebebi özür ise, revâtib olsun, başka nafile olsun, o kaza ile beraber nafileleri de kaza edebilir. Çünkü bize göre gece ve gündüz kılınan vakitli nafilelerin kaza edileceği sabitleşmiş bir husustur."(Ibn Hacer el-Heytemî, el-Fetava I/189)
"Bir namazı özürsüz olarak fevt olan kimse, bu namazı kaza ederken önce onun ilk sünnetini kaza etmesi, önceligi sünnete verdiği (yani farzın kazasına mübaderet etmediği) için haram işlemiş olur mu? Cevap: Olmaz. Hatta bu, caiz olmaktan öte menduptur." (er-Ramlî, Fetâvâ I/217)
Bunlar konunun Şafii mezhebindeki izahıdır ve görüldügü gibi birer içtihatdırlar. Yani Şafi'yi taklit edenlerin bunlara uyması ve saygı duyması gerekir. Ancak daha iyi anlaşılması için bu görüşle ilgili bir iki noktaya işaret etmek istiyorum:
1. Bu ibarelerden anlaşıldığına göre kazada namazın özürsüz yere kazaya kalmasıyla özürlü olarak kazaya kalması farklı hükümler doğuruyor. Namaz özürsüz olarak kazaya kalmışsa onlar kılınmadan hiç bir sünnet kılınmıyor. Özrü varken kazaya kalmışsa, kazaya kalan namazın sünnetleri dahi ön sünnet iseler, farzdan önce kaza edilebiliyorlar. Buna göre, kazaya kalmış sünnet, farzın kazasından önce kılınabiliyorsa revatip sünnet nasıl kılınamaz?" Öyleyse bu konuda en azından özürlü olarak terkedilenle özürsüz olarak terkedileni birbirinden ayırmak gerekir.
2. Kazası olan hiç bir sünnet kılamaz denecek olursa, farzlarla beraber yapılan sünnetlerin de terkedilmeleri gerekir. Meselâ, tekbirde elleri kaldırmayı, "Sûbhaneke" okumayı, kıraati yetecek mikdardan fazla uzatmayı, rûkû ve secde tesbihlerini yapmamalıdır. Oysa bunu söyleyen kimse yoktur.
Bu konuda Hanbeli ve Malıki mezheplerinin görüşleri de Şafii'ninkine yakındır (bk. Merdavî, el-Insaf I/443; Cezîrî, Kitabu'l fıkh I/491-92) ve onlar için de aynı sorular akla takılır. Keza onlar da bir ictihatdir ve ictihadın gerektirdigi ölçüde saygıya layıktır.
Hanefi mezhebine gelince; bu konuda ilk kaynaklarda pek açıklık olmamakla beraber, Fetavayı Hindiye'de "El-Hucce"ye dayandırilan aşağıdaki görüş eğer Imam Muhammed'in "El-Hücce alâ ehlil-Medine"sinde ise mezhebin ilk dönemine ait olmuş olur. Ancak biz karıştırabildiğimiz kadarıyla orada bu görüşü bulamadık. Deniyor ki: "Fevt olmuş (kazaya kalmış) namazlarla meşgûl olmak nafilelerle meşgul olmaktan daha önemli ise evlâdir. Ancak bilenin (revatib) sünnetler, Duhâ, Tesbih vb. nafileler bu hükümden müstesnadır. (Hindiyye I/125) Bu içtihat Hanefi mezhebinin daha sonraki kaynaklarında değişik ifadelerle de olsa yer alırve Merhum Ö.Nasuhi Bilmen tarafından en güzel açıklaması ile özetlenir.
Kaza namazları ile iştigal, nafile namazlar ile iştigalden evladır, elhemdir "daha mühimdir." Fakat farz namazların, müekkede olsun, olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır. Yani bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi evlâ değildir. Bilakis bu sünnetlere niyet edilmesi evlâdir. Hatta Kuşluk, Tesbih Namazları gibi haklarında asâr varid olan (hadis bulunan) nafile namazlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evlâdır. Çünkü bu sünnetler farz namazlarını ikmal eder, bunların telâfisi mümkün değildir, kaza namazlarının ise muayyen vakitleri olmadığı için telâfileri mümkündür.
Böyle olmakla beraber, namazları kazaya bırakmak bir günahtır. Bu günahtan mümkün mertebe kurtulmak için sünnetleri feda etmek münasip olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak Allah'ın afvına sığınması gerekirken, hakkında Resulullah'ın şefaatinin tecellisine vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri terketmesi nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını kendilerini ikmâl eden sünnetlerden tecrid etmek iki kez kusur olmaz mı? Bunun aksine olan bazı nakiller muteber değildir, fetva verilen görüşe zıttır.
Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia eden bulunursa, bunlar insaflıca bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Beyhude yere en kıymetli vakitlerini zayi eden insanlar bilmem böyle bir iddiaya ne yüzle cüret edebilirler? (Bilmen, Ilmihal 166 (md. 299))Görüldüğü gibi, kaçırılan namazların kaza edilmelerinin fevrîliğini (derhal yapılması gereğini) herkes kabul ediyor: Ancak bu fevrilige engel olup olmayacak şeylerde ihtilâfa düşüyorlar. Diğerlerinin aksine Hanefiler, sünnetleri kılmanın fevriliği engellemeyeceğini söylüyorlar:
Işte meselenin özeti bundan ibarettir. Hal böyle iken bu konuda herkesi kendi mezhebinin görüşüne uymaya zorlamak, Hanefilerin dahi kendi mezheplerinin görüşüne göre amel edemeyeceklerini söylemek Islâmi ve mezhepleri bilen ve akıllı olan adamlarının işi değildir. Üstelik böyle bir ictihadı, günümüzde ictihat yapılmasına karşı çıkanlar yaparlarsa daha ayıp olur.. Kısaca mesele naslarla değil, ictihatlarla belirlenmiştir ve herkes benimsedigi ve tabii olduğu mezhebi tatbik eder.
Bazı çevreler ya da hocalar, üzerinde namaz borcu (kaza) bulunanın sünnet kılamayacağını, sünnetler yerine kaza namazı kılması gerektiğini söylerken bazıları da kazası olanın da sünnet kılabileceğini söylüyorlar. Bu iddiaların hangisine inanacağız?
Okuyucularımız bu soruyu, çeşitli eski ve yeni kitaplardan ve gazetelerden aldığı bir dosya dolduracak kadar fotokopi ile birlikte sormuşlardır. Böylece bir bakıma kaynak tespitinde bize yardımcı olmuşlardı. Biz de uzun süre daha değişik kaynakları taradık ve gördük ki:
Mesele hakkında ulaşabildiğimiz kadarıyla naslarda bir açıklık yok. Yani ictihadî bir mesele ve müctehitleri ilgilendiriyor, ilgilendirmiş. Onlar da iki farklı görüşü temsil edenler olarak şunları söylemişlerdir:
"Bir kişi özürsüz yere bir namazı kaçırırsa; o şahsın kazaya kalan namazını kılmadan nafile kılması caiz değildir. Çünkü kaza fevri bir vaciptir. (Derhal kılınmalıdır). Nafileye zaman ayırırsa bu fevriyeti kaçırmış olur. Üzerinde kaza bulunan kişi bütün zamanını kazaya harcamalıdır. Bundan sadece yaşayabilmesi. için gerekli olan işler istisna edilir." Kaza namazı olan, eğer kaza sebebi özür ise, revâtib olsun, başka nafile olsun, o kaza ile beraber nafileleri de kaza edebilir. Çünkü bize göre gece ve gündüz kılınan vakitli nafilelerin kaza edileceği sabitleşmiş bir husustur."(Ibn Hacer el-Heytemî, el-Fetava I/189)
"Bir namazı özürsüz olarak fevt olan kimse, bu namazı kaza ederken önce onun ilk sünnetini kaza etmesi, önceligi sünnete verdiği (yani farzın kazasına mübaderet etmediği) için haram işlemiş olur mu? Cevap: Olmaz. Hatta bu, caiz olmaktan öte menduptur." (er-Ramlî, Fetâvâ I/217)
Bunlar konunun Şafii mezhebindeki izahıdır ve görüldügü gibi birer içtihatdırlar. Yani Şafi'yi taklit edenlerin bunlara uyması ve saygı duyması gerekir. Ancak daha iyi anlaşılması için bu görüşle ilgili bir iki noktaya işaret etmek istiyorum:
1. Bu ibarelerden anlaşıldığına göre kazada namazın özürsüz yere kazaya kalmasıyla özürlü olarak kazaya kalması farklı hükümler doğuruyor. Namaz özürsüz olarak kazaya kalmışsa onlar kılınmadan hiç bir sünnet kılınmıyor. Özrü varken kazaya kalmışsa, kazaya kalan namazın sünnetleri dahi ön sünnet iseler, farzdan önce kaza edilebiliyorlar. Buna göre, kazaya kalmış sünnet, farzın kazasından önce kılınabiliyorsa revatip sünnet nasıl kılınamaz?" Öyleyse bu konuda en azından özürlü olarak terkedilenle özürsüz olarak terkedileni birbirinden ayırmak gerekir.
2. Kazası olan hiç bir sünnet kılamaz denecek olursa, farzlarla beraber yapılan sünnetlerin de terkedilmeleri gerekir. Meselâ, tekbirde elleri kaldırmayı, "Sûbhaneke" okumayı, kıraati yetecek mikdardan fazla uzatmayı, rûkû ve secde tesbihlerini yapmamalıdır. Oysa bunu söyleyen kimse yoktur.
Bu konuda Hanbeli ve Malıki mezheplerinin görüşleri de Şafii'ninkine yakındır (bk. Merdavî, el-Insaf I/443; Cezîrî, Kitabu'l fıkh I/491-92) ve onlar için de aynı sorular akla takılır. Keza onlar da bir ictihatdir ve ictihadın gerektirdigi ölçüde saygıya layıktır.
Hanefi mezhebine gelince; bu konuda ilk kaynaklarda pek açıklık olmamakla beraber, Fetavayı Hindiye'de "El-Hucce"ye dayandırilan aşağıdaki görüş eğer Imam Muhammed'in "El-Hücce alâ ehlil-Medine"sinde ise mezhebin ilk dönemine ait olmuş olur. Ancak biz karıştırabildiğimiz kadarıyla orada bu görüşü bulamadık. Deniyor ki: "Fevt olmuş (kazaya kalmış) namazlarla meşgûl olmak nafilelerle meşgul olmaktan daha önemli ise evlâdir. Ancak bilenin (revatib) sünnetler, Duhâ, Tesbih vb. nafileler bu hükümden müstesnadır. (Hindiyye I/125) Bu içtihat Hanefi mezhebinin daha sonraki kaynaklarında değişik ifadelerle de olsa yer alırve Merhum Ö.Nasuhi Bilmen tarafından en güzel açıklaması ile özetlenir.
Kaza namazları ile iştigal, nafile namazlar ile iştigalden evladır, elhemdir "daha mühimdir." Fakat farz namazların, müekkede olsun, olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır. Yani bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi evlâ değildir. Bilakis bu sünnetlere niyet edilmesi evlâdir. Hatta Kuşluk, Tesbih Namazları gibi haklarında asâr varid olan (hadis bulunan) nafile namazlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evlâdır. Çünkü bu sünnetler farz namazlarını ikmal eder, bunların telâfisi mümkün değildir, kaza namazlarının ise muayyen vakitleri olmadığı için telâfileri mümkündür.
Böyle olmakla beraber, namazları kazaya bırakmak bir günahtır. Bu günahtan mümkün mertebe kurtulmak için sünnetleri feda etmek münasip olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak Allah'ın afvına sığınması gerekirken, hakkında Resulullah'ın şefaatinin tecellisine vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri terketmesi nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını kendilerini ikmâl eden sünnetlerden tecrid etmek iki kez kusur olmaz mı? Bunun aksine olan bazı nakiller muteber değildir, fetva verilen görüşe zıttır.
Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia eden bulunursa, bunlar insaflıca bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Beyhude yere en kıymetli vakitlerini zayi eden insanlar bilmem böyle bir iddiaya ne yüzle cüret edebilirler? (Bilmen, Ilmihal 166 (md. 299))Görüldüğü gibi, kaçırılan namazların kaza edilmelerinin fevrîliğini (derhal yapılması gereğini) herkes kabul ediyor: Ancak bu fevrilige engel olup olmayacak şeylerde ihtilâfa düşüyorlar. Diğerlerinin aksine Hanefiler, sünnetleri kılmanın fevriliği engellemeyeceğini söylüyorlar:
Işte meselenin özeti bundan ibarettir. Hal böyle iken bu konuda herkesi kendi mezhebinin görüşüne uymaya zorlamak, Hanefilerin dahi kendi mezheplerinin görüşüne göre amel edemeyeceklerini söylemek Islâmi ve mezhepleri bilen ve akıllı olan adamlarının işi değildir. Üstelik böyle bir ictihadı, günümüzde ictihat yapılmasına karşı çıkanlar yaparlarsa daha ayıp olur.. Kısaca mesele naslarla değil, ictihatlarla belirlenmiştir ve herkes benimsedigi ve tabii olduğu mezhebi tatbik eder.
Hanefiler için fetva ise yukarıda verdiğimiz görüştür. Ancak, Allah bilir ya; şöyle diyen birisinin de haklılık payı olabilir:Mesele hakkında Hanefi mezhebinden Ibn Nüceym gibilerin Şafii görüşüne meyletmeleri de hesaba katılarak, kırkbeş-elli yaşlarından sonra
Hem kaza namazına hem de sünnet namazına birlikte niyet ederek namaz kılınmaz. Bu şekilde niyet edilse bile bu namaz kaza namazı yerine geçer, sünnet yerine geçmez.
Meşrû bir mazeretin dışında namazı kazâya bırakan kimse, bir hatâ işlemiş ve günaha girmiş olur. Bu itibarla kazâya kalan namazın, en kısa zamanda kılınması gerekir. Çünkü beş vakit namazın edâsı farz olduğu gibi, kazası da farzdır. Kazâya kalan namazın kılınmasıyla sadece borç ödenmiş olur. Günahın affedilmesi için de ayrıca tövbe istiğfar etmek lâzımdır.
Namaz borcundan bir an evvel kurtulmak için, hakkında Peygamberimiz (asv)'in hadisi bulunmayan nâfile namazların yerine kaza kılmak daha isabetli olur. Ancak,Hanefî mezhebine göre, hakkında hadis bulunan nafile namazların yerine kaza kılmak uygun değildir. Bu hususta Hanefî fıkıh kitaplarında şu hüküm yer alır:
“Kazaya kalmış namazları kılmak, nafile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok daha uygundur. Fakat beş vakit namazın sünnetleri, kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid ve evvabin namazı bundan müstesnadır. Yani bu sünnet ve nafileler, kaza namazları için terk edilmezler."(1)
Her şeyden evvel, namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir ve Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatine vesiledir. Bunun için, namazını kazaya bırakan kimse bir yandan namazlarını kaza etmekle borçtan kurtulurken, diğer taraftan da sünnetleri kılarak Peygamberimiz (asv)'e olan bağlılığını göstermiş olur.
Mesele Hanefî mezhebine göre böyle iken, diğer üç mezhebe göre, kaza namazı olan bir kimsenin nafile namazları ile meşgul olması, sünnet kılması caiz değil, haramdır.
Mâlikî mezhebine göre, üzerinde kaza namazı bulunan bir kimsein nafile namazı kılması haramdır. Ancak beş vakit namazların sünnetleri ile tahiyyetü’l-mescidin kılınabileceğine dair ruhsat vardır. Bunların dışında meselâ, teravih namazı ile meşgul olunduğu takdirde sevap alınsa da, kaza namazı geriye bırakıldığı için günah işlenmiş olur.
Şâfiî mezhebine göre de, üzerinde kaza namazı borcu olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar gerek beş vakit namazların sünnetlerini, gerekse diğer nafileleri kılması mekruhtur. Çünkü bir an önce kazaların kılınıp bitirilmesi gerekir.
Hanbelî mezhebine göre ise, üzerinde kaza namazı olan bir kimsenin nafile ile meşgul olması haramdır. Ancak vitir ile beş vakit namazın sünnetlerini kılması caizdir. Fakat, kazaları çoksa bunları da kılmayarak kaza namazlarıyla meşgul olması daha iyidir. Yalnız sabah namazının sünneti bundan hariçtir, onu kılmak gerekir.2
Netice olarak; kaza namazları fazla olan Hanefîlerin, sünetleri terk ederek kaza namazı kılmalarında bir mes’uliyet olduğu söylenemez. Gerek vakit namazlarının, gerekse diğer nafilelerin yerine kaza namazının kılınmasının uygun veya evlâ olmaması demek, “Sünnet yerine kaza kılmak caiz değildir.” mânâsına gelmez.
Ancak bununla beraber kaza namazları fazla olmayan kimseler ise, her farzdan sonra bir vakit kazâ namazı kılmayı alışkanlık haline getirirlerse güzel bir âdeti devam ettirmiş olurlar. Ayrıca Cenab-ı Hakk'ın mahşer günü eksik gelen farz namazları sünnetlerle tamamlayacağı hususunda rivayetler bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.
Hem kaza namazına hem de sünnet namazına birlikte niyet ederek namaz kılınmaz. Bu şekilde niyet edilse bile bu namaz kaza namazı yerine geçer, sünnet yerine geçmez.
Meşrû bir mazeretin dışında namazı kazâya bırakan kimse, bir hatâ işlemiş ve günaha girmiş olur. Bu itibarla kazâya kalan namazın, en kısa zamanda kılınması gerekir. Çünkü beş vakit namazın edâsı farz olduğu gibi, kazası da farzdır. Kazâya kalan namazın kılınmasıyla sadece borç ödenmiş olur. Günahın affedilmesi için de ayrıca tövbe istiğfar etmek lâzımdır.
Namaz borcundan bir an evvel kurtulmak için, hakkında Peygamberimiz (asv)'in hadisi bulunmayan nâfile namazların yerine kaza kılmak daha isabetli olur. Ancak,Hanefî mezhebine göre, hakkında hadis bulunan nafile namazların yerine kaza kılmak uygun değildir. Bu hususta Hanefî fıkıh kitaplarında şu hüküm yer alır:
“Kazaya kalmış namazları kılmak, nafile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok daha uygundur. Fakat beş vakit namazın sünnetleri, kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid ve evvabin namazı bundan müstesnadır. Yani bu sünnet ve nafileler, kaza namazları için terk edilmezler."(1)
Her şeyden evvel, namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir ve Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatine vesiledir. Bunun için, namazını kazaya bırakan kimse bir yandan namazlarını kaza etmekle borçtan kurtulurken, diğer taraftan da sünnetleri kılarak Peygamberimiz (asv)'e olan bağlılığını göstermiş olur.
Mesele Hanefî mezhebine göre böyle iken, diğer üç mezhebe göre, kaza namazı olan bir kimsenin nafile namazları ile meşgul olması, sünnet kılması caiz değil, haramdır.
Mâlikî mezhebine göre, üzerinde kaza namazı bulunan bir kimsein nafile namazı kılması haramdır. Ancak beş vakit namazların sünnetleri ile tahiyyetü’l-mescidin kılınabileceğine dair ruhsat vardır. Bunların dışında meselâ, teravih namazı ile meşgul olunduğu takdirde sevap alınsa da, kaza namazı geriye bırakıldığı için günah işlenmiş olur.
Şâfiî mezhebine göre de, üzerinde kaza namazı borcu olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar gerek beş vakit namazların sünnetlerini, gerekse diğer nafileleri kılması mekruhtur. Çünkü bir an önce kazaların kılınıp bitirilmesi gerekir.
Hanbelî mezhebine göre ise, üzerinde kaza namazı olan bir kimsenin nafile ile meşgul olması haramdır. Ancak vitir ile beş vakit namazın sünnetlerini kılması caizdir. Fakat, kazaları çoksa bunları da kılmayarak kaza namazlarıyla meşgul olması daha iyidir. Yalnız sabah namazının sünneti bundan hariçtir, onu kılmak gerekir.2
Netice olarak; kaza namazları fazla olan Hanefîlerin, sünetleri terk ederek kaza namazı kılmalarında bir mes’uliyet olduğu söylenemez. Gerek vakit namazlarının, gerekse diğer nafilelerin yerine kaza namazının kılınmasının uygun veya evlâ olmaması demek, “Sünnet yerine kaza kılmak caiz değildir.” mânâsına gelmez.
Ancak bununla beraber kaza namazları fazla olmayan kimseler ise, her farzdan sonra bir vakit kazâ namazı kılmayı alışkanlık haline getirirlerse güzel bir âdeti devam ettirmiş olurlar. Ayrıca Cenab-ı Hakk'ın mahşer günü eksik gelen farz namazları sünnetlerle tamamlayacağı hususunda rivayetler bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum İçin Teşekkürler...