Ehl-i Sünnet İrfana mı Dayalıdır? |
İngilizlerin icad etmediği ama ümmetin aleyhine kullandıkları Vehhâbîliği temsil eden ve yaymak için çaba gösteren devlet ve kurumlara bakarsanız “yalnız onlar ehl-i sünnet ve cemaat” oluyorlar; Mâtürîdîleri ve Eş'arîleri bile ehl-i sünnet saymıyorlar. Onlar böyle söyleyip dursunlar, gerçek olan şudur ki, itikad mezhepleri ortaya çıktığından bu yana ehl-i sünnet deyince asırlar boyunca anlaşılan ve doğru anlaşılan mana-karşılık, selef (selefîler değil), Mâtürîdîler ve Eş'arîlerdir.
Bugün dünyada yaşayan Müslümanların yaklaşık ikiyüz milyonu hariç geri kalanı ehl-i sünnet itikadını korumaktadırlar. Bunca gayrete rağmen Vehhâbîlik dahil diğer mezheplerin yayılma imkanı bulamamasının sebepleri arasında ve belki başında ehl-i sünnet mezhebinin fıtrata, akla ve naslara (vahyin lafız ve ruhuna) başkalarından daha uygun olması gelmektedir. Bu sebeple ben, İslam dünyasını tehdit eden itikadi fitne ve fesadın bid'at mezheplerden ziyade dinsizlik ve sekülarizm (özellikle gevşek ve eksik dindarlık) olduğunu düşünüyorum.
Ehl-i sünnetin irfana mı, beyana mı dayandığı konusuna gelelim:
Fazla bilgiye bile gerek yok, bir ilmihal kitabını açıp okursanız şunu görürüsünüz:
Din bilgi ve hükmünün asıl kaynakları (edille-i şer'iyye) Kitâb, Sünnet, icma ve kıyastır. Bu kaynaklar herkese açıktır, doğrudan temasla bilgi edinemeyen kimseler için de çare “bilenlere sormak, bilenlerden öğrenmektir”. Şeriat (sahih İslam) bilgisi ilham yoluyla değil, fıkıh ve kelam usulünde ortaya konmuş bulunan yöntemle elde edilir.
İrfan, beyan ve ilim dışında bir manada kullanıldığında bundan maksat ilhamdır, keşiftir, ve bunlara bağlı birikimdir. Yine ilmihal kitaplarında “şer'î delillerin her mümini bağladığı”, ilham ve keşfin ise genel bir bilgi ve hüküm kaynağı (delil, hüccet) olmadığı yazılıdır, ehl-i sünnet bu konuda ittifak halindedir.
Sünnetle ve ehl-i sünnetle tasavvufu eşitlemek, “ümmet varlığını, itikadını, değerlerini irfan (tasavvuf) sayesinde korudu” demek çok problemli bir ifadedir.
Şerîata hâdim olan tasavvufa ve irfana bir itirazım olmadığı gibi karşı çıkanları da hatalı bulurum, bulmuşumdur. Ama İslam'ın beyana (edille-i şeriyyeye) ve bunlara dair ilimler ile eğitime değil de irfana dayandığını söylerseniz ve irfandan da tasavvufu kastederseniz bu daireye girmemiş milyonlarca mümini sahih İslam'dan, ehl-i sünnet camiasından ve sünnetten dışlamış olursunuz.
Başkalarını devamlı feraset ve basirete davet edenleri ben de şu maddeleri kabul konusunda aynı uyanıklık ve duyarlılığa davet ediyorum:
1. Tasavvufsuz İslam olmaz diyenler ne söylediklerinin farkında iseler bundan derhal vazgeçsinler, aksi halde en azından ehl-i sünnet İslam'ından uzaklaşmış olurlar.
2. İslam'da tasavvuf yoktur, tasavvuf bid'attır, İslam'a yabancı din, düşünce ve kültürlerden gelmiştir diyenler de bu davadan vazgeçmelidirler; başkalarında da tasavvufa benzer düşünce ve eğitim yöntemleri olabilir, ama İslam tasavvufu İslam'a aittir, onun meyvasıdır, ancak tasavvuf; mümin, Müslüman ve ehl-i sünnet olmanın şartı değildir.
3. Bugün tasavvufu tarikatlar temsil ediyor, ihlas ve ihsan vasıflarını elde edebilmek için başka çare bulamayıp tarikata girmek isteyenler varsa şu ölçülere dikkat etmeleri elzemdir:
a) Tarikat şeyhi islâmî ilimleri tahsil etmiş, ilmiyle âmil, yüksek ahlak sahibi ve ehlinden icazetli bir şahıs olmalıdır.
b) Tarikat şeyhi irşad hizmeti karşılığında halktan hiçbir menfaat sağlamamalıdır. İmkan varsa geçimi de kendi helal kazancından olmalıdır.
c) Tarikat şeyhi hata da edebilir, günaha da girebilir; bu sebeple onun sözleri ve fiilleri ile tasavvuf adına söylenenlerin ve yapılanların tamamı şeriatın şaşmaz ve objektif ölçütlerine göre değerlendirilmelidir.
d) Onun tarikatına girmiş olanların, eski hallerine göre iman, ibadet, muamelat, ahlak… bakımlarından daha iyi Müslümanlar olduğu, tarikattan bu manada istifade edildiği sabit bulunmalıdır.
Fıkhın ve kelamın mezhepleri olduğu gibi tasavvufun da farklı kolları ve tarikatları vardır. Bu kollardan bir kısmında bid'atlar, hurafeler, ehl-i sünnet itikadına aykırı inançlar ve kabuller mevcuttur; işte bunların da ifsadından sahih İslam'ı koruyan fıkıh ve kelamdır; bu ilimlerde işlenen ehl-i sünnet itikad ve uygulamasıdır; bunlara sadık kalan tasavvuf kollarını da bu ilim korumuştur..
Kaynak: Prof.Dr. Hayrettin Karaman
Comments
Post a Comment
Yorum İçin Teşekkürler...