Mazeretsiz yani bile bile oruç tutmamanın (keyfi olarak oruç tutmamanın cezası) büyüktür.Bilerek oruç tutmayan,günlerin uzunluğunu bahane edip oruçtan kaçan bir kişi 61 orucu tutarsa şayet,bu günahtan kurtulabilir.
Mazeretsiz Oruç Tutmamanın Cezası
Ramazan ayında oruç tutmak bütün Müslümanlar için farzdır. İslam’ın şartları arasında yer alan oruç, mazeretli olarak tutmayanlara ne tür ceza bulunuyor gibi çeşitli birçok soru ve farklı cevaplar bulunmaktadır. Ancak herkes oruç tutamamakla birlikte sağlık sorunları yaşayanlar mazereti olanlar arasına girerek oruç tutamamaktadır. Bu kişilerin oruç tutması farz olmasa da yine de istenen bir takım hususlar bulunmaktadır.
Mazereti olanlar yani hastalık nedeni ile oruç tutamayan kişiler şayet oruç tutmaya kalkışırlar ise hastalıklarından dolayı şifasını geciken, sağlık sorunu artan ya da oruçtan dolayı daha kötü olan kişiler oruçlarını bozmaları caizdir. Eğer hastalık geçici bir hastalık ise hastalık bittikten sonra oruçlarını kaza edebilir. Şayet hastalık geçici olmayıp ömür boyu olan bir hastalık ise mazeretli olup oruç tutamayanlar fidye vermelidir. İbadet yapamayan bir birey, hastalığından ya da farklı sebeplerden dolayı buna karşılık olacak şekilde bedel ya da mal verirse buna fidye denmektedir.
Fidyenin karşılığı olarak fitre kadar hizmet vermelidir. Mazeretli olan kişiler tutamadıkları oruç kadar fakiri doyurmalıdır. Bu anlamda 30 gün olacak oruç için ya 30 fakiri bir günde doyurmalıdır. Ya da bir fakiri 30 gün boyunca doyurmalıdır. Eğer daha fazlasını yaparsa kişi için daha hayırlı olacaktır. Bunu en açıkça Bakara suresinin 184. Ayetinde görebilirsiniz.
Dinimiz oruç tutmakla sıkıntı ve meşakkat içine giren kişilere yönelik oruç tutmama ruhsatını vermiştir. " Hasta veya seyahatte olan, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez" (2/185 ) ayeti, fukahanın sıkıntı ve meşakkat illetini çıkardıkları delildir.
Ramazan ayında oruç tutmak bütün Müslümanlar için farzdır. İslam’ın şartları arasında yer alan oruç, mazeretli olarak tutmayanlara ne tür ceza bulunuyor gibi çeşitli birçok soru ve farklı cevaplar bulunmaktadır. Ancak herkes oruç tutamamakla birlikte sağlık sorunları yaşayanlar mazereti olanlar arasına girerek oruç tutamamaktadır. Bu kişilerin oruç tutması farz olmasa da yine de istenen bir takım hususlar bulunmaktadır.
Mazereti olanlar yani hastalık nedeni ile oruç tutamayan kişiler şayet oruç tutmaya kalkışırlar ise hastalıklarından dolayı şifasını geciken, sağlık sorunu artan ya da oruçtan dolayı daha kötü olan kişiler oruçlarını bozmaları caizdir. Eğer hastalık geçici bir hastalık ise hastalık bittikten sonra oruçlarını kaza edebilir. Şayet hastalık geçici olmayıp ömür boyu olan bir hastalık ise mazeretli olup oruç tutamayanlar fidye vermelidir. İbadet yapamayan bir birey, hastalığından ya da farklı sebeplerden dolayı buna karşılık olacak şekilde bedel ya da mal verirse buna fidye denmektedir.
Fidyenin karşılığı olarak fitre kadar hizmet vermelidir. Mazeretli olan kişiler tutamadıkları oruç kadar fakiri doyurmalıdır. Bu anlamda 30 gün olacak oruç için ya 30 fakiri bir günde doyurmalıdır. Ya da bir fakiri 30 gün boyunca doyurmalıdır. Eğer daha fazlasını yaparsa kişi için daha hayırlı olacaktır. Bunu en açıkça Bakara suresinin 184. Ayetinde görebilirsiniz.
Dinimiz oruç tutmakla sıkıntı ve meşakkat içine giren kişilere yönelik oruç tutmama ruhsatını vermiştir. " Hasta veya seyahatte olan, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez" (2/185 ) ayeti, fukahanın sıkıntı ve meşakkat illetini çıkardıkları delildir.
Yalnız sıkıntı ve meşakkatlerin tespitinde ferdî ve subjektif yorumlar dinde laubaliliklere kapı açabilir. Yolculuk, hastalık, hamilelik, süt emzirme, yaşlılık ve en genel anlamda güç yetirememe gibi mazeretler bu çerçevede örnek olarak sıralanır. Fakat son tahlilde bunlar da subjektif yorumlara konu olacak şeylerdir. İbadetlerde esas olan iradedir. İradenin elden alınması cebir ve zorlama demektir ki böyle bir şeyi hele ibadetlerde İslam'ın kabullenmesi imkânsızdır.
Ramazanda bilerek oruç tutmamak kefaret gerektirir mi?
Bütün bunlara rağmen bir Müslüman keyfî olarak bilerek Ramazan orucunu tutmaz ise ne yapacaktır? Kaza mı kefaret mi? Hanefi ulemasının yaklaşımı şudur: Kefaret, (halk arasında '61 orucu ' olarak bilinir) oruca niyetlenip mazeretsiz yere bozmanın cezasıdır. Baştan oruca hiç niyet edilmezse kefaret değil, bir gün kaza tutulur. Hukuk mantığı ve oruçla alakalı sair hükümlerle birlikte bakıldığında tutarlı bir usul gerçekten böyle demeyi gerektirir.
Ama aynı ulema bunu dedikten sonra ahlaki olarak da şunu ilave ederler: Efendimiz'e isnat edilen bir beyana göre mazeretsiz yere tutulmayan Ramazan orucunun sevabını almak için, içinde Ramazan olmayan bir yıl kaza tutulsa o sevaba yine de nail olunamaz.
Burada hiç de yabana atılmayacak bir başka yaklaşımı ifade etmek isterim. Kefaret, orucu mazeretsiz bozmanın değil, Ramazan ayına ve orucuna gösterilen saygısızlığın dünyevi cezasıdır. Çünkü Ramazan ile oruç, birbirinden zaten ayrılmayan bir ikilidir. O halde niyet etsin veya etmesin Ramazan'da mazeretsiz yere oruç yiyen, bu hürmetsizliği yapmıştır ve kefaret orucu tutması gerekir. Ramazan'da mazeretsiz oruç bozan birkaç defa olsa, bir kefaret orucunun yetmesi bu görüşü desteklemektedir. Çünkü kefaret, oruç bozmaya verilen ceza olsaydı, her bozulan oruç için ayrı kefaret tutmak gerekirdi.
Bu görüşlerden hangisi esas alınırsa alınsın, son tahlilde ittifakla değişmeyen gerçek şudur: Mazeretsiz Ramazan orucunu tutmama büyük bir günahtır. İbadetlerde esas olan ise ihtiyattır. Tahkiki imanı elde eden Müslüman'ın, Ramazan orucunu mazeretsiz yere tutmaması bırakın düşünmeyi hayal dahi edilemez.
Oruç tutmak Müslüman olmanın bir şartıdır. İslamı kabul eden, kendisini Müslüman olarak gören ve "Elhamdülillah Müslümanım" diyen bir insanın Ramazan orucunu tutması, her şeyden önce Allah'a verdiği sözü yerine getirmesidir.Bile bile oruç tutmamak kendine müslümanım diyen bir kişiye yakışmaz.
Müslüman, "teslim olmak, selamette bulunmak" demektir. Kendisini bütünüyle göklerin ve yerin Sahabine teslim eden bir Müslümanın Ramazan girer girmez bu teslimiyetin bir gereği olarak oruç ibadetine önem verir, kulluğunu yerine getirir. Bunun aksini düşünmek, sağlığı, sıhhati yerinde olduğu halde Ramazan orucunu ihmal etmek, bir kere Ramazan'ın feyzinden, bereketinden, manevi kazancından mahrum kalmaktır. Ama asıl kayıp, tutulmayan orucun yerini hiçbir şeyin dolduramamasıdır. Peygamberimiz (sav) bu durumu şöyle ifade ediyor:
"Kim Ramazan'da özürsüz ve hasta olmaksızın bir gün oruç yerse, bütün sene boyunca oruç tutsa onu yerine getirmiş olmaz." (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:452)
Hiçbir mazereti olmadığı halde kasten-bilerek orucunu bozan bir kimse altmış gün kefaret orucu tutarak borcunu ödemiş olsa bile, bozmuş olduğu orucun sevabını bir daha elde edemez. O fazileti bulamaz. Çünkü vaktinde yapılan bir ibadetin sevabına, faziletine kazası yapılmakla ulaşmak mümkün olmaz.
Meselenin bir de ahiret boyutu var. Yani uhrevi cezası söz konusudur. Sevgili Peygamberimiz (sav)'in oruç tutmayanın ahiretteki cezasını şöyle anlatıyor:
"Ben uyuyorken, iki adam geldi, iki koltuğumdan tutarak çıkması zor bir dağa götürdüler ve: "Buraya çık" dediler.
Ben de: "Çıkamam" deyince: "Biz onu sana kolaylaştırırız" dediler. Bunun üzerine dağa çıkmaya başladım. Ortasına gelince aniden kuvvetli sesler duyuldu.
Ben, "Bu sesler nedir?" deyince: "Cehennem halkının feryadıdır" dediler.
"Tekrar gitmeye başladık. Bir de gördük ki avurtları yarılmış, bu yarıklardan kanlar akan, ayakları bağlanmış bir topluluk!" Ben, "Bunlar kim?" dedim. "Oruçlarını vaktinden önce yiyenler (oruç tutmayanlar)" dediler. (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:453)
Bu kayıpları yaşamamak, bu cezalarla karşılaşmamak için, maddi manevi yüzlerce faydası olan orucu ihmal etmemeli, kulluğun zevkine varmalıdır.
Hazret-i Mevlana'nın orucu: Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma! Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur! Rıza çölüne bak, Allah'ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et! Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç! Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun?
Yoksa Halil'in İshak'ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun? Neden ekmeğe aşıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!
Mazeretsiz oruç tutmamak günahtır, İslamî değerlerin sosyal ağırlığının bulunduğu yerlerde bu davranış ayıp da sayılır. Günahlara ve ayıplara karşı toplumun tepki göstermesi tabiidir ve kaçınılmazdır, ancak bu tepkinin amacı, nefret ettirmek, insanı mesela günahkâr iken kâfir (inkârcı) kılmak, toplumun düzenini bozmak ve fitne çıkarmak değil, irşat ve ıslah etmek, düzeltmek, eğitmek, yola getirmek, sevdirerek benimsetmek olmalıdır.
Orucu açıkça, göstere göstere yiyenlere karşı bazı zamanlarda ve mekânlarda aşırı tepki gösterildiği, mesela bunların oruç tutanlar tarafından dövüldüğü medyada ileri sürülüyor. Bunun yaygın olmadığı açık bir gerçek; çünkü oruç tutmayanların onda biri bile oruç tutanlar tarafından dövülseydi ülkemizde her gün binlerce vak'a meydana gelirdi. Nadir de olsa aşırı tepkiler bulunabilir, bu tepkilerde oruç tutanların kusurları da bulunabilir, ancak meşhur deyişle "Hırsızın hiç suçu yok mudur?" Hatta bazıları sırf hadise çıksın, İslâm'ın ve Müslümanların imajı çirkin görünsün diye tertip ve tahriklerde bulunmuş olamazlar mı? Bu sorulara cevap teşkil eden bir hikâye bir de şiir nakletmek istiyorum:
Yahudi'nin biri mahallelerde dolaşıp incik boncuk, şeker, sakız vb. şeyleri, mal karşılığı satıyor ve Müslümanları kandırıyormuş. Akıllı bir Müslüman çocuk durumun farkına vararak arkadaşlarını uyarmaya kalkışınca Yahudi satıcı, çocuğu çaktırmadan çimdiklemiş, canı acıyan çocuk ağlamaya başlayınca da ondan daha yüksek sesle kendisi ağlamış, gürültüye büyükler gelmişler, Yahudi çocuğun ağzını açmasına fırsat vermeden "Bu çocuk beni çimdikledi" diye şikâyette bulunmuş, çocuk bir tokat da büyüklerden yemiş, ağlayarak evinin yolunu tutmuş, bir daha aklını kullanmamaya azmetmiş.
Allah oruç tutanlara kolaylıklar eylesin,tuttuğunuz oruçları da kabul eylesin inşallah.Amin.
Ramazanda bilerek oruç tutmamak kefaret gerektirir mi?
Bütün bunlara rağmen bir Müslüman keyfî olarak bilerek Ramazan orucunu tutmaz ise ne yapacaktır? Kaza mı kefaret mi? Hanefi ulemasının yaklaşımı şudur: Kefaret, (halk arasında '61 orucu ' olarak bilinir) oruca niyetlenip mazeretsiz yere bozmanın cezasıdır. Baştan oruca hiç niyet edilmezse kefaret değil, bir gün kaza tutulur. Hukuk mantığı ve oruçla alakalı sair hükümlerle birlikte bakıldığında tutarlı bir usul gerçekten böyle demeyi gerektirir.
Ama aynı ulema bunu dedikten sonra ahlaki olarak da şunu ilave ederler: Efendimiz'e isnat edilen bir beyana göre mazeretsiz yere tutulmayan Ramazan orucunun sevabını almak için, içinde Ramazan olmayan bir yıl kaza tutulsa o sevaba yine de nail olunamaz.
Burada hiç de yabana atılmayacak bir başka yaklaşımı ifade etmek isterim. Kefaret, orucu mazeretsiz bozmanın değil, Ramazan ayına ve orucuna gösterilen saygısızlığın dünyevi cezasıdır. Çünkü Ramazan ile oruç, birbirinden zaten ayrılmayan bir ikilidir. O halde niyet etsin veya etmesin Ramazan'da mazeretsiz yere oruç yiyen, bu hürmetsizliği yapmıştır ve kefaret orucu tutması gerekir. Ramazan'da mazeretsiz oruç bozan birkaç defa olsa, bir kefaret orucunun yetmesi bu görüşü desteklemektedir. Çünkü kefaret, oruç bozmaya verilen ceza olsaydı, her bozulan oruç için ayrı kefaret tutmak gerekirdi.
Bu görüşlerden hangisi esas alınırsa alınsın, son tahlilde ittifakla değişmeyen gerçek şudur: Mazeretsiz Ramazan orucunu tutmama büyük bir günahtır. İbadetlerde esas olan ise ihtiyattır. Tahkiki imanı elde eden Müslüman'ın, Ramazan orucunu mazeretsiz yere tutmaması bırakın düşünmeyi hayal dahi edilemez.
Oruç tutmak Müslüman olmanın bir şartıdır. İslamı kabul eden, kendisini Müslüman olarak gören ve "Elhamdülillah Müslümanım" diyen bir insanın Ramazan orucunu tutması, her şeyden önce Allah'a verdiği sözü yerine getirmesidir.Bile bile oruç tutmamak kendine müslümanım diyen bir kişiye yakışmaz.
Müslüman, "teslim olmak, selamette bulunmak" demektir. Kendisini bütünüyle göklerin ve yerin Sahabine teslim eden bir Müslümanın Ramazan girer girmez bu teslimiyetin bir gereği olarak oruç ibadetine önem verir, kulluğunu yerine getirir. Bunun aksini düşünmek, sağlığı, sıhhati yerinde olduğu halde Ramazan orucunu ihmal etmek, bir kere Ramazan'ın feyzinden, bereketinden, manevi kazancından mahrum kalmaktır. Ama asıl kayıp, tutulmayan orucun yerini hiçbir şeyin dolduramamasıdır. Peygamberimiz (sav) bu durumu şöyle ifade ediyor:
"Kim Ramazan'da özürsüz ve hasta olmaksızın bir gün oruç yerse, bütün sene boyunca oruç tutsa onu yerine getirmiş olmaz." (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:452)
Hiçbir mazereti olmadığı halde kasten-bilerek orucunu bozan bir kimse altmış gün kefaret orucu tutarak borcunu ödemiş olsa bile, bozmuş olduğu orucun sevabını bir daha elde edemez. O fazileti bulamaz. Çünkü vaktinde yapılan bir ibadetin sevabına, faziletine kazası yapılmakla ulaşmak mümkün olmaz.
Meselenin bir de ahiret boyutu var. Yani uhrevi cezası söz konusudur. Sevgili Peygamberimiz (sav)'in oruç tutmayanın ahiretteki cezasını şöyle anlatıyor:
"Ben uyuyorken, iki adam geldi, iki koltuğumdan tutarak çıkması zor bir dağa götürdüler ve: "Buraya çık" dediler.
Ben de: "Çıkamam" deyince: "Biz onu sana kolaylaştırırız" dediler. Bunun üzerine dağa çıkmaya başladım. Ortasına gelince aniden kuvvetli sesler duyuldu.
Ben, "Bu sesler nedir?" deyince: "Cehennem halkının feryadıdır" dediler.
"Tekrar gitmeye başladık. Bir de gördük ki avurtları yarılmış, bu yarıklardan kanlar akan, ayakları bağlanmış bir topluluk!" Ben, "Bunlar kim?" dedim. "Oruçlarını vaktinden önce yiyenler (oruç tutmayanlar)" dediler. (et-Tergîb Vet' -Terhîb, 2:453)
Bu kayıpları yaşamamak, bu cezalarla karşılaşmamak için, maddi manevi yüzlerce faydası olan orucu ihmal etmemeli, kulluğun zevkine varmalıdır.
Hazret-i Mevlana'nın orucu: Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma! Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur! Rıza çölüne bak, Allah'ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et! Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç! Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun?
Yoksa Halil'in İshak'ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun? Neden ekmeğe aşıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!
Mazeretsiz oruç tutmamak günahtır, İslamî değerlerin sosyal ağırlığının bulunduğu yerlerde bu davranış ayıp da sayılır. Günahlara ve ayıplara karşı toplumun tepki göstermesi tabiidir ve kaçınılmazdır, ancak bu tepkinin amacı, nefret ettirmek, insanı mesela günahkâr iken kâfir (inkârcı) kılmak, toplumun düzenini bozmak ve fitne çıkarmak değil, irşat ve ıslah etmek, düzeltmek, eğitmek, yola getirmek, sevdirerek benimsetmek olmalıdır.
Orucu açıkça, göstere göstere yiyenlere karşı bazı zamanlarda ve mekânlarda aşırı tepki gösterildiği, mesela bunların oruç tutanlar tarafından dövüldüğü medyada ileri sürülüyor. Bunun yaygın olmadığı açık bir gerçek; çünkü oruç tutmayanların onda biri bile oruç tutanlar tarafından dövülseydi ülkemizde her gün binlerce vak'a meydana gelirdi. Nadir de olsa aşırı tepkiler bulunabilir, bu tepkilerde oruç tutanların kusurları da bulunabilir, ancak meşhur deyişle "Hırsızın hiç suçu yok mudur?" Hatta bazıları sırf hadise çıksın, İslâm'ın ve Müslümanların imajı çirkin görünsün diye tertip ve tahriklerde bulunmuş olamazlar mı? Bu sorulara cevap teşkil eden bir hikâye bir de şiir nakletmek istiyorum:
Yahudi'nin biri mahallelerde dolaşıp incik boncuk, şeker, sakız vb. şeyleri, mal karşılığı satıyor ve Müslümanları kandırıyormuş. Akıllı bir Müslüman çocuk durumun farkına vararak arkadaşlarını uyarmaya kalkışınca Yahudi satıcı, çocuğu çaktırmadan çimdiklemiş, canı acıyan çocuk ağlamaya başlayınca da ondan daha yüksek sesle kendisi ağlamış, gürültüye büyükler gelmişler, Yahudi çocuğun ağzını açmasına fırsat vermeden "Bu çocuk beni çimdikledi" diye şikâyette bulunmuş, çocuk bir tokat da büyüklerden yemiş, ağlayarak evinin yolunu tutmuş, bir daha aklını kullanmamaya azmetmiş.
Allah oruç tutanlara kolaylıklar eylesin,tuttuğunuz oruçları da kabul eylesin inşallah.Amin.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum İçin Teşekkürler...