El Vehhab İsmi,El Vehhab Anlamı,Esmaül Hüsna,El Vehhab Zikri,Ya Vehhab...
El- Vehhab; Hibe eden demektir. Hibe ise; karşılık beklenmeden yapılan bağıştır. Evet Allah Vehhab’tır; karşılıksız hibe eder, cömertçe ihsan eder ve verdiklerine mukabil bir bedel istemez. Zaten insan da kendisine verilen bu nimetlerin ücretini ödemek istese de ödeyemez.
– Biz yoktuk var olduk.
– Mevcutlar içinde taş, toprak gibi cansız bir varlık olabilirdik. Ama olmadık, hayat sahibi olduk.
– Hayat sahipleri içinde çiçek veya ağaç gibi bir bitki olabilirdik. Ama olmadık, şuur sahibi olduk.
– Şuur sahipleri içinde herhangi bir hayvan olabilirdik. Ama hayvan da olmadık, insan olduk.
– İnsanlar içinde ateşe tapan bir Mecusi, öküze tapan bir Hindu, veya puta secde eden bir putperest olabilirdik. Ama olmadık, Allah tanıdık ve O’na iman ettik.
– Allah’a iman edenler içinde O’na evlat isnat eden bir Yahudi veya Hıristiyan olarak Allah’ın gazabını celbedebilirdik. Ama yine olmadık. Elhamdülillah Müslüman olduk.
– Müslümanlar içerisinde de Sultan-ı Enbiya ve Habib-i Kibraya olan Hz. Muhammed (sav)’e ümmet olmakla şeref bulduk.
Bütün bu nimetlere karşı Allah’a ne verdik?
Hiçbir şey…
İşte karşılıksız, cömertçe ikram ve ihsan edilen bu nimetler üzerinde Allah’ın Vehhab ismi gözükmektedir. Demek bizlere bedelsiz verilen hayatımız, vücudumuz, vücudumuza takılan gözümüz, kulağımız, dilimiz ve diğer azalarımız, bu azalara takılan hissiyat ve duygularımız, sözün özü maddi ve manevi sahip olduğumuz her şey, Allah’ın bize bir hibesidir. Ve Vehhab isminin bir tecellisidir.
Demek ağaçlara takılan yapraklar, çiçekler ve meyveler, kuşlara takılan kanatlar, balıklara verilen yüzgeçler, kısacası her bir mahluka yapılan hibeler ve ona verilen hediyeler Allah’ın Vehhab isminin bir tecellisidir.
Demek her bir varlık kendisine verilen cihazların, hibe edilen duyguların, ikram edilen rızıkların ve kendisine yapılan bütün iyiliklerin lisan-ı haliyle Allah’ı Vehhab ismiyle zikreder ve O’nu tesbih eder.
İnsanın vazifesi ise; Bu mahlukların lisan-ı halleriyle “ya Vehhab, ya Vehhab” diyerek yaptıkları tesbihatı işitmek ve Vehhab isminin kendindeki tecellilerini görerek, haliyle, diliyle hatta bütün azalarıyla “ya Vehhab ya Vehhab” diyerek o halka-i zikre katılmaktır.
İnsan bu vazifeyi yaptıkça insandır. Ve bu aleme gönderiliş vazifesi budur.
Kendisine yapılan en küçük bir iyiliği unutmayan ve yıllarca o iyiliğin sahibinden övgüyle bahsedip ona minnettar olan insan, nasıl olurda, nimetleri saymakla bitmeyen Allah’ın iyiliklerini unutur? Ve O’na karşı minnettar olması gerekirken, nasıl olurda o minneti, nimetin gelmesine vasıta olan sebeplere verir?
Bir padişahın kıymettar bir hediyesini bize getiren miskin bir adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece ahmaklık ise, öylede, Allah’ın nimetlerini bize getiren sebeplere medh ve muhabbet edip, nimetlerin hakiki sahibi olan Allah’ı unutmak, ondan bin derece daha ahmaklıktır.
Evet tavuk sebeptir, yumurta Allah’ın ihsanıdır. Koyun sebeptir, süt Allah’ın ikramıdır. Arı sebeptir, bal Allah’ın nimetidir. Bulut sebeptir, yağmur Allah’ın rahmetidir. Ağaçlar sebeptir, meyveler Allah’ın hediyesidir. Bunlar gibi sebeplere takılan bütün nimetler Allah’ın hibesidir. Ve Vehhab isminin tecellisidir.
O halde şükredilmeye, övülmeye ve methedilmeye en çok layık olan; nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’tır. Çünkü nimeti getirene değil, onu gönderene bakılır.
İnsanın bu ismi ahlak edinmesi ise şöyle olur; yaptığı iyiliklerde karşılık beklememelidir. Karşılık sadece malla, mülkle de olmaz. Beklenilen bir övgü, kazanılmak istenen bir şeref, istenilen bir hürmet ve arzu edilen bir teveccüh de manevi bir bedeldir. Eğer yaptığı iyiliklere karşı böyle manevi bir bedel beklerse, yine Vehhab ismini ahlak edinememiştir.
Hatta yaptığı ibadetleri, sadece Allah’ın rızası için yapmalı ve karşılığında cenneti beklememelidir ki, Vehhab ismine mahzar olabilsin. Zaten ibadet, geçmişte verilen nimetlerin şükrüdür. Yoksa gelecekte verilecek nimetlerin karşılığı değildir. Evet biz ücreti almışız ve ibadetle mükellefiz.
Bir Allah dostu bu makamı şu sözleriyle dile getirmiş ve El-Vehhab ismini ahlak edindiğini göstermiştir;
Ehl-i dünya dünyada,
Ehl-i ukba ukbada,
Her biri bir sevdada,
Bana Allah’ım gerek….
– Biz yoktuk var olduk.
– Mevcutlar içinde taş, toprak gibi cansız bir varlık olabilirdik. Ama olmadık, hayat sahibi olduk.
– Hayat sahipleri içinde çiçek veya ağaç gibi bir bitki olabilirdik. Ama olmadık, şuur sahibi olduk.
– Şuur sahipleri içinde herhangi bir hayvan olabilirdik. Ama hayvan da olmadık, insan olduk.
– İnsanlar içinde ateşe tapan bir Mecusi, öküze tapan bir Hindu, veya puta secde eden bir putperest olabilirdik. Ama olmadık, Allah tanıdık ve O’na iman ettik.
– Allah’a iman edenler içinde O’na evlat isnat eden bir Yahudi veya Hıristiyan olarak Allah’ın gazabını celbedebilirdik. Ama yine olmadık. Elhamdülillah Müslüman olduk.
– Müslümanlar içerisinde de Sultan-ı Enbiya ve Habib-i Kibraya olan Hz. Muhammed (sav)’e ümmet olmakla şeref bulduk.
Bütün bu nimetlere karşı Allah’a ne verdik?
Hiçbir şey…
İşte karşılıksız, cömertçe ikram ve ihsan edilen bu nimetler üzerinde Allah’ın Vehhab ismi gözükmektedir. Demek bizlere bedelsiz verilen hayatımız, vücudumuz, vücudumuza takılan gözümüz, kulağımız, dilimiz ve diğer azalarımız, bu azalara takılan hissiyat ve duygularımız, sözün özü maddi ve manevi sahip olduğumuz her şey, Allah’ın bize bir hibesidir. Ve Vehhab isminin bir tecellisidir.
Demek ağaçlara takılan yapraklar, çiçekler ve meyveler, kuşlara takılan kanatlar, balıklara verilen yüzgeçler, kısacası her bir mahluka yapılan hibeler ve ona verilen hediyeler Allah’ın Vehhab isminin bir tecellisidir.
Demek her bir varlık kendisine verilen cihazların, hibe edilen duyguların, ikram edilen rızıkların ve kendisine yapılan bütün iyiliklerin lisan-ı haliyle Allah’ı Vehhab ismiyle zikreder ve O’nu tesbih eder.
İnsanın vazifesi ise; Bu mahlukların lisan-ı halleriyle “ya Vehhab, ya Vehhab” diyerek yaptıkları tesbihatı işitmek ve Vehhab isminin kendindeki tecellilerini görerek, haliyle, diliyle hatta bütün azalarıyla “ya Vehhab ya Vehhab” diyerek o halka-i zikre katılmaktır.
İnsan bu vazifeyi yaptıkça insandır. Ve bu aleme gönderiliş vazifesi budur.
Kendisine yapılan en küçük bir iyiliği unutmayan ve yıllarca o iyiliğin sahibinden övgüyle bahsedip ona minnettar olan insan, nasıl olurda, nimetleri saymakla bitmeyen Allah’ın iyiliklerini unutur? Ve O’na karşı minnettar olması gerekirken, nasıl olurda o minneti, nimetin gelmesine vasıta olan sebeplere verir?
Bir padişahın kıymettar bir hediyesini bize getiren miskin bir adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece ahmaklık ise, öylede, Allah’ın nimetlerini bize getiren sebeplere medh ve muhabbet edip, nimetlerin hakiki sahibi olan Allah’ı unutmak, ondan bin derece daha ahmaklıktır.
Evet tavuk sebeptir, yumurta Allah’ın ihsanıdır. Koyun sebeptir, süt Allah’ın ikramıdır. Arı sebeptir, bal Allah’ın nimetidir. Bulut sebeptir, yağmur Allah’ın rahmetidir. Ağaçlar sebeptir, meyveler Allah’ın hediyesidir. Bunlar gibi sebeplere takılan bütün nimetler Allah’ın hibesidir. Ve Vehhab isminin tecellisidir.
O halde şükredilmeye, övülmeye ve methedilmeye en çok layık olan; nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’tır. Çünkü nimeti getirene değil, onu gönderene bakılır.
İnsanın bu ismi ahlak edinmesi ise şöyle olur; yaptığı iyiliklerde karşılık beklememelidir. Karşılık sadece malla, mülkle de olmaz. Beklenilen bir övgü, kazanılmak istenen bir şeref, istenilen bir hürmet ve arzu edilen bir teveccüh de manevi bir bedeldir. Eğer yaptığı iyiliklere karşı böyle manevi bir bedel beklerse, yine Vehhab ismini ahlak edinememiştir.
Hatta yaptığı ibadetleri, sadece Allah’ın rızası için yapmalı ve karşılığında cenneti beklememelidir ki, Vehhab ismine mahzar olabilsin. Zaten ibadet, geçmişte verilen nimetlerin şükrüdür. Yoksa gelecekte verilecek nimetlerin karşılığı değildir. Evet biz ücreti almışız ve ibadetle mükellefiz.
Bir Allah dostu bu makamı şu sözleriyle dile getirmiş ve El-Vehhab ismini ahlak edindiğini göstermiştir;
Ehl-i dünya dünyada,
Ehl-i ukba ukbada,
Her biri bir sevdada,
Bana Allah’ım gerek….
Comments
Post a Comment
Yorum İçin Teşekkürler...